19 Mart 2022 Cumartesi

Öykü: Üç Nokta // Yazar: Gülten Ağrıtmış


 ÜÇ NOKTA

Gözlerime çatal sapladım. Dört delik açıldı. Kanlar fışkırdı, dört delikten. Artık görmüyorum. Körüm, kör. Kanlar her tarafımı sarmış. Kör gözümle bedenim kanlar içinde yüzmekte. Görmüyorum artık ne çirkeflikleri, ne yanlışlıkları, ne iğrençlikleri, ne pislikleri, ne mutsuzlukları, ne huzursuzlukları, hep beraber geçen hayatımın sahnelerinde var olup da hala varlığını sürdüren o insanların yüzlerini görmüyorum.
Beynime giriyor ellerim. Bir sinir var orada, hatırlama işlevimi sürdüren... İşte o siniri yakıyorum. Cayır, cayır. Hayrettir. Haz duyuyorum delik gözlerimden, yanmış sinirimden.
Görmeyen gözlerle kalçamı kesiyorum. Sonra göğüslerimi. Göğüslerimi kalçalarımın yerine, kalçalarımı göğüslerimin yerine takıyorum.
Oturuyorum. Değişik bir his beni alışkanlığımdan uzaklaştırıyor. Kalçamın yerinde duran göğüs uçları ezildi oturunca. Kalkınca dikleşti. Kilodumda yeni  bir çift göz gibi  kabarıklık yaptı. Sütyen takmak ise saçma sanki, gizlenecek göğüs uçlarım yok artık. Sütyeni, sadece dik dursun diye kalçalarıma, taktım yine.
Göbeğime bakıyorum. Oyarak çıkarıyorum. Saçımı derimden kazıyomm. Saçla dolu kafa derisini oyuntuya yerleştirmeden önce bağırsağımın bir kısmını dışarı sarkıtıyorum. Belki bu  da  moda olur.
Göbeği kafatasımın üzerine yerleştiriyorum. Kafatasımın bir kısmı açıkta kalıyor, karışmıyorum. Görünsün.
Kulaklarımdan birini üst dudağıma, ötekini alt dudağıma yerleştiriyorum. Üst dudağımı bir kulağımın, alt dudağımı da diğer kulağımın yerine takıyorum.
Dört delikli gözlerimden birini burun deliklerimden biriyle, diğer dört delikli gözümü de diğer burun deliğimle yer değiştiriyorum.
Yapışkanlarım, çivilerim bitmek üzere. Gidiyorum bakkala. Kulaklarımda bol bol yapışkan, lazım olur diye çivi vida istiyorum. Burun deliklerimle görmeden bakıyorum. Adamda bana bakıyor. İçimden adama “Deli mi ne?” diyorum. Elimle parayı uzatıyorum. Korkarak  uzanıyor.
Orda bayılıp kalan adamı gerimde bırakıp elimdeki poşetle evime dönüyorum. Benim olmayan evin, benim olan odasına.
Bacağımı kesip, kolumla yer değiştiriyorum. Önce birini sonra ötekini... Ayak parmaklarımla el parmaklarımı da değiştiriyorum. Kan kaybediyorum. Bedenim yaşıyor. Kimsenin anlamadığı bu ruhla, “Ben” le kaplı bu beden gerçekten özeldi. Bu dünyada böyle olabilen özel bedenlerden biriydi belki de, kimsenin algılayamadığı, tek düzeliği yıkan yok eden.
Aynaya gittim. Burun deliklerime baktım. Picasso'nun resimleri bu bedenin karmaşası karşısında sadece seyirci kalabilirdi.
Kapı çaldı. Açtım. Sevgilim. O da benim gibi özel. O da bozmuş kendini. O bana baktı ben ona. Daha vakit dolmadan o benden, ben ondan bıktım. İnsanı insana bıktıran bedeni değildi. Neydi peki? Daha dün bıkmamışken görsel yapımızdan, dün bıkmışken birbirimizden, bugün bu görsel, muhteşem yapımızdan da bıktık. Bıkmışlık içinde yeniden birbirimizden  ayrıldık.
Kapı çaldı. Bu sefer açmadım. Gelenler anahtarı ile açtılar kapıyı. Bu evin sahipleri gelen, ailem...
Çıkmadım odamdan önce. Sonra sıkıldım. Çıktım. Beni gördüler, korktular. Heyecanla bağırdılar. Bir şeyler yapmaları gerekirmiş gibi çırpındılar. Bir o yana, bir bu yana koştular. Değişik görüntüdeydi. Değişik görüntüde olunca fark ediliyordu. Görsel olmayan yanlarımla, görmeden onlara bakıyorum. Birazdan ağlıyorlar.
Şimdi sakinler.
Kulaklarımı yalayarak yemek yiyorum. Delikli gözlerimle kokluyorum. Dudaklarımla dinliyorum. Görmeyen burun deliklerimle sağa sola bakıp izliyorum her şeyi.
Akşam oluyor. Uyku vakti. Odamdayım. Kolumun üzerinde ki bacağımla beraber olan elimin parmaklarıyla bir bardak tutuyomm. Diğerleriyle yerde biriken kanların birazını bardağa koyuyorum. Ben varım. Varlığımı hissetmek için bedenimde saklı olan, hareketliliğini, sıcaklığını, değişkenliğini, kendine has rengini kendine saklayan o kanı içiyorum. İki kulağın arasında akıp gidiyor içime.
Zevk alıyorum.
Kas liflerinin hepsi, sızlayan bedenimin bir çok yeriyle yer değiştirmeye yelteniyorum. Sonra vazgeçiyorum. Kas liflerini kesip bir tarafa koyuyorum. Kemiklerimi görüyorum. Dokunuyorum kemiklerime, sertliğini hissediyorum. Görmeyen burnumla  bakıyorum bu kemiklere.
İç organlarıma sataşmıyorum. Onlar da görünmeyende. Beynimdeki düşünceler, duygular, nefret, kin, aşk, hayallerim, yıkıntılarım, birikintilerim gibi.
Yattım. Uyudum. Burun deliklerimde göz kapağı  olmadığı için  kapanmadı görünmeyen gözlerim.
Bir rüya sandım. Belki bir rüya dedim. Değilmiş.
Sabaha doğru susadım. Bir bardak su içtim. Beden zayıf düşüp bu dünyadan ayrılırken su içermiş. Benim beden de su içti.
Şimdi ölü, içinde yaşadığım beden. Çıktım içinden. Yeni bir bebek doğmuş bugün.
Yeni bir bebek doğmuş bugün, biraz önce. İçine girdim gizlice. Bekledim bedenin bir köşesinde sinsice. Neden sinsice diye hiç sormadım kendime, öylece bekledim o gizli köşede. Sakin ve suskun bir volkan gibi lazım olurum belki bir gün diye diye...


16 Nisan 1990 Pzt İstanbul


Gülten Ağrıtmış'ın Bengisu öykü kitabında yayınlanmıştır.

https://www.edebiyatla.com/oykuler/uc-nokta-280651

edebiyatla sitesinde Bu öykü, 23.03.2018 tarihinde günün yazısı seçilmiştir.



Gülten Ağrıtmış Web


5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununca korunmaktadır/
81. Maddesi gereği her eserin tamamının telif hakları yazara aittir.